sayfalar

29 Nisan 2012 Pazar

Normal doğum hikayesi…

Liseden bir arkadaşımın hamileliğini ilan etmesi ile birlikte şimşekler çaktı ve damardan normal doğum aşılama seanslarına başlamalıyım dedim.

Duygucum bu yazı senin için…

Her zaman başkalarını suçlamak kolaydır. Bizler de hemen doktorlara atarız suçu. Tabi ki onlar da suçlu; ama biraz da iğneyi kendimize batıralım diyorum.

“Doktorum izin vermiyor”
“Doktorum dedi ki……”
“normal doğuramaz mışım?”

gibi cümleler kurmaya başladıysanız, yavaş yavaş kendinize normal doğum yapmak istemediğinizi, hatta normal doğumda kendinizi rahat hissedemeyeceğinizi, endişelendiğinizi itiraf edinJ

Tabii bu sadece bizlerle ilgili bir durum değil. Bazen doktorlar o kadar ikna edici oluyorlar ki ses çıkaramıyoruz. Çünkü doktor değiliz ve bilmiyoruz, dolayısıyla uzman kişiye güvenmek zorunda kalıyoruz.

Evet, doktorumuza olan güven çok önemli, ama daha da önemlisi kendimize güvenmemiz.

Cücem olacağını öğrendiğim ilk gün Ankara’da çok ünlü olan, ismini vermek istemediğim bir doktora gittim. Ilk görüşmemizde sezeryandan bahsetti, oysa benim o sözcüğü duymaya bile tahammülüm yoktu. Arkama bakmadan kaçtım ve o doktoru son görüşüm oldu.

Dolayısıyla normal doğum yolunda atılacak ilk adım, ilk görüşmenizde sezeryandan bahseden bir doktora çattıysanız arkanıza bakmadan kaçınız.


Aradım taradım ve sonunda Aydan Asyalı Biri ile yoluma devam etmeye karar verdim. Aydan Hanım benim şansımdı. Çok zor bir hamilelik geçirmiyordum ama her kontrolde Aydan Hanım’ın yumuşacık yapısı ve beni sürekli motive edişi bir sonraki kontrole kadar bana yetiyordu. Önemli olan da moral değil mi?

Son 15 güne kadar Aydan Hanım’la doğum şeklini konuşmamıştık ama bu konudaki takıntımı biliyordu.
Son kontroller sırasında “Tatlım kendin doğurmayacaksın adam tutup başkasına doğurtmayı düşünüyorsun heralde, yeter artık bu kadar yeme” dedi. Haklıydı da 30 kilo almıştımJ Sefam olsun, anayım ben diye diye ekledim kiloları birbirine. Öyle ya hayatımda vicdan azabı çekmeden yiyebileceğim başka bir dönem yoktu. Tarbzonlu ünlü bir büyüğümüzün dediği gibi “yiyebiliyorken yemek lazım” dedim.
Ey okuyucu bu konuda kötü bir örneğim… yaptığımı değil, dediğimi yapınJ

12 Nisan akşamı 6’da sancılarım başladı, öyle hafifti ki, doğum sancısı olup olmadığından bile emin olamıyordum, tabi bu bir başlangıçJ Ama cücemi kucağıma alacağım için öyle heyecanlıydım ki  hiç bir sancı bu heyecanın önüne geçemedi. Sabah 7’ye kadar evde bekledik, heycandan ve sancıdan uyuyamadığım için eşimle birlikte komedi filmi izlemeye karar verdik. Bağırarak değil, gülerek doğuracaktım. Öyle de oldu.

Sabahın 7’sinde hastanede Aydan Hanım’ın sıcacık gülümsemesiyle karşılaştım. Elimi tuttu, çok güzel bir günün ve çok güzel bir duygunun beni beklediğini söyledi ve Fatma Ebe ile Doktor Songül Hanım’ı tanıştırdı benimle. Sancı sürecinde ve doğum anında Fatma Ebe ve Songül Hanım hep yanımdaydı. Fatma Ebe’nin 2 yıldır yurt dışında olan oğlu gelmişti o gün, ona kavuşmak için sabırsızlanıyordu ama yine de yanı başımdaydı. Kadındaki de ne şans…Benim cüce doğmak bilmedi.

Saatler geçiyordu ama benim inatçı keçi illa zor geleceğim, öyle kolay kolay bana sahip olamazsın diyordu. Suni sancı zamanı geldi çattı. Itiraf etmem gerekirse buradan sonrası biraz zordu. Zordu zor olmasına da bir kere olsun ağzımı açıp da bağırmadım. 31 saat olmuştu, uykusuzdum ve açtım; dolayısıyla enerjimi bağırarak harcamak bana yersiz gibi geldi o anda. Şimdi düşünüyorum da bu kadar mantıklı davranabildiysem, sancılar çok da kuvvetli değildiJ

Ve o an geldi çattı. Doğum odasına girdim, yanı başımda hayatımın sonuna kadar baş ucumda görmek istediğim eşim vardı. Gece yarısıydı ve ortalık çok sessizdi .Mini mini bebekler o kadar güzel uyuyordu ki sessiz sakin bir doğum yapıp hiç bir bebişi korkutmayacaktım.

Aydan Biri’yi gördüğüm anda, saç telimden ayak tırnaklarıma kadar rahatladığımı hissettim.  Aydan Hanım müthiş bir doğum koçu. Başından sonuna kadar bütün süreci tek başına yönetti. Yorgunluğuma ve açlığıma rağmen yapabileceğimi hissetmemin en büyük nedenidir Aydan Biri motivasyonu. Nefesimi nasıl kullanmam gerektiğinin uyarılarını yapan Aydan Hanım, 40 dakika boyunca “geliyor, geliyooor hadi hayatım, geliyooooor” diye bağırdı, gelen bebeğin 2 metre olduğu ve eline sığamayacağı konusunda Aydan Hanım’ı uyardığımı hatırlıyorum.

Ve beklenen 2 metrelik cücenin sonunda kafası çıktı, o anki sabırsızlığımı ve hissettiklerimi anlatabilmem için yazım kabiliyetim yeterli değil maalesef. Gözleri açıktı, “bir rahat vermediniz ki uyuyalım suyun içinde rahat rahat” der gibi bakıyordu. Pediatri doktorumuz Gülcan Işık öncelikli yapılması gerekenleri yaptı ve ten teması sağlayarak emmesi için giydirmeden hemen benim kucağıma verdi ve ilk emzirmemi  gerçekleştirdim. Emzirirken de boş durmadım, bol bol kokladım, sevdim. Bu güzel yaratık bizimdi. Eşim Sinan’ın o anki şaşkın bakışları gözümün önünden hiç gitmiyor. Sonra bebişimi görücüye çıkarmak üzere giydirdiler. Öyle ya sayemizde dışarıda izdiham vardı. Önce cücemi çıkardılar, sonra beni… Dışarı çıktığımda karşılama komitesi gibi herkesi dizmişti Aydan Hanım ve beni alkışlattı. Bu kadar utandığım; ama aynı zamanda da bu kadar grurlandığım başka bir an hatırlamıyorum. Sancı odasındayken bebişleri kucaklarında yanıma gelen taze anneler de meraktan uyuyamamışlar, hepsi bir bir yanıma geldi.




El ayak çekildikten sonra ben, cücem ve eşim başbaşa kaldık. O yorgunluğun üzerine sabaha kadar deliksiz uyuyacağımı düşünmüştüm ama sabaha kadar Ulaş’ı izledik ve bunun bizim olduğuna inandırmaya çalıştık kendimizi.

Bizim bir cücemiz vardı ve hayatla olan ilk mücadelesini o gece vermişti, dünyaya gelmişti…



Doğumdan notlar:


1.     Sancı çekerken, doktorunuzdan gizli, çay içip el altından bir şeyler yemeyiniz; yol, su, elektrik olarak size geri dönecektir.
2.     Içinizden bağırmak geliyorsa bağırın ama  enerjinizi boşa harcamamanız tavsiyemdir.
3.     Doğum anını ve bebişinizle verdiğiniz bu mücadeleyi hayatınız boyunca unutamayacağınızı unutmayınız.





4.     Imza dağıttığım zannedilmesin Fatma Ebe ve Songül Hanım’a teşekkür notu yazıyordum.
5.     Hamileliğinizin ve doğum anının tadını çıkartın.
6.     Ya genetik olarak çok şanslıyım, ya da hakikaten doğum sancısı vız gelir tırıs gider.
7.     Sonuncusu ve en önemlisi normal doğum çok güzel bir duygu ve bir o kadar da doğal, ama anne kendini nasıl rahat hissediyorsa o şekilde doğum yapması en hayırlısı kanımca…

26 Nisan 2012 Perşembe

İsabetli bir tanışma…


Hilal Öktem, ilk isabetli tanışmam…

Ulaşın bakıcısıyla olan ilişkisi “Cüce ve Gülşen’in Maceraları” olarak ayrı bir başlıkta toplanabilir.

Ben: Gülşen Abla, çok yedirme, zorlama, kusuyor.
Gülşen Abla: Oluuu mu hiç? Çocuk yemekten soğur.
Ben: Soğumaz Gülşen Abla, tam tersi öbür türlü soğur.
Gülşen Abla: Amaaan şimdiki çocukların herşeyi başka. Köyde böyle değil he mi? yemekten soğutacaaaanız, işime çok karışıyon. Ben 3 çocuk böyüttüm, hani nesi var?
Ben: Tamam Gülşen Abla. Uffff.
Veee Ulaş kusar…

Böyle anlattığıma bakmayın, Gülşen Abla dünya tatlısıdır. Sadece bakış açılarımız farklı.

Ben: Gülşen Abla, Ulaş uyurken bir şeyler tutma ihtiyacı duyuyor. Uyku arkadaşı var, onu verirsin eline.
Gülşen Abla: Uyku arkadaşı mı olurmuş. Onun uyku arkadaşı benim, sensin. Ne alemsiniz.
Veee kahkahayı basar…

Gülşen Abla haklı çıkar, Ulaş yatağında yabancı bir madde istemediğini annesine defalarca anlatmaya çalışır. Sonunda başarır…

Ben: Gülşen Abla çok kalın giydiriyorsun, ben böyle alıştırmıyorum, lahana gibi oluyor çocuk. (Bu arada evimiz cehennemden bir parça, kışın 26; yazın 32 derece.)
Gülşen Abla: Hafta sonu sizinle kaldığı için pazartesileri kusuyor, hep üşütüyonuz bu çocuğu, yoksa bir şeyi yok. (Bu arada bir şeyi yok dediği cücenin ileri derecede reflü sorunu var. Sırf bu sebepten doktorumuz 40 günlükken anne sütünü kesip AR mamaya geçti.)
Ben:Gülşen Abla doğduğu günden beri kusuyor. Bari yatarken soy ya da üzerini kalın örtme.
Gülşen Abla: Tamam tamam örtmem.
Ve yine Gülşen Abla bildiğini okur. Ulaş sırtında ter bezleriyle gezer evde.

Ben: Gülşen Abla  artık pütürlüye alışması lazım. Çatalla ezip yedirelim.
Gülşen Abla: Bir damlacık canı var, yiyemez öyle.
Bildiğini okur.

Gülşen Abla: Ulaş Allah kaç oğlum?
Ulaş: Biii. (Parmakla da 1 yapar)
Gülşen Abla: Afferin oğlum.
Ben: Bu yaştaki çocuğa ne öğretiyorsun, soyut kavramlar kafasını karıştırır, ne gerek var.
Gülşen Abla: Soyut değil ki Allah öğretiyorum. Panik yapma bak ben benim kızların önünde beş vakit namaz kıldım, bir şey olmadı. Şimdi minileri giyip geziyorlar.
Veee Ulaş yerde parmaklarıyla bir bir tespih çekmekte, ardından da Gülşen Abla’nın elini öpüp alnına götürmektedir.

Ayrıca Ulaş sıkı takipçisidir gündüz kuşaklarının ve kadın programlarının. Sorun. Müge Anlı’dan başlar hepsinin özetini geçiverir size.

Bu ve bunun gibi bir çok hikaye kreş arayışına girmemize sebep oldu. Montessori uygulamak istiyordum ama Gülşen Abla’nın önce kendisine uygulamak gerekiyordu Montessori’yi. Bu konuda uzman eller aramaya başladım. Binbirçiçek yuva ve Hilal Öktem ile bu şekilde tanıştım. Zincirin ilk parçasıydı. Hilal Hanım sayesinde zincirleme şeklinde isabetli tanışmalar devam etti. Onlara da başka yazılarda değineceğim.

Ulaş artık 1 yaşında ve evet uzmanlar önermese de Hilal Hanım’a Ulaş’ı gözüm arkada kalmadan teslim edebileceğimi çok iyi biliyorum.

2 Mayıs’ta kreşteyiz…

24 Nisan 2012 Salı

Yaşasın 23 Nisan


23 Nisan çocukların bayramıydı. Ulaş’ın da…
“Bugün 23 Nisaaaaaan, hep neşeyle doluyor insan” melodileriyle kalktık sabah 6’daJ
Öyle ya benim cücemin de bayramıydı.
Hep beraber kahvaltımızı yaptık ve rotamızı hayvanat bahçesine çevirdik… Henüz 1 yaşındaki cüceme hayvanları tanıtmak için çırpındım ama nafile.
“Aaa Ulaş bak ne tatlı köpekler, hav hav diye bağırıyorlar.”
İlgi sıfır, kafasını bile çevirmeye tenezzül etmiyor.
“Aaaaa Ulaş bak maymuna muz yiyor, hani sen de yiyorsun ya, uh uh uh diye konuşuyor”
Yine ilgi yok…
“Iııııh ıhhhhh” diye sesler çıkarıyor elini uzatarak. Işte hayvanlarla konuşuyor, yaşasın ilgilenmeye başladı derken. Istediği şeyin başka bir çocukta gördüğü top olduğunu fark ettim. Ah Ulaş vah Ulaş! Anne çırpınıyor, azıcık ilgileniyormuş gibi yapsan.
Anladım ki hayvanat bahçesi için çok erkenJ

Bak Ulaşcım burası havhavların eviymiş dedim ve sustum. Havhavlar  bu kadar bakımsız şartlarda böyle pis bir evde yaşamayı sanırım istemezdi. Hak etmiyor da. Sorumluların hepsini o kafeslere tıkıp, sonra da bakmamak kendi pisliklerinde yaşamalarına izin vermek acaba durumu çözer mi, acaba empati yeteneklerini geliştirir mi?


Çok kalabalıktı çooook… 23 Nisan’da Ankaralı bütün anneler çocuklarını hayvanlarla yakınlaştırmaya ant içmişler. Sıkıntı yok, hayvanlarımızı tanıyalım ve sevelim. Ama toplu mekanları neden bu kadar hor kullanıyoruz anlayamıyorum. Orada koşturan yine bizim çocuklarımız. Yıllarca koştursun istemez miyiz? Sanırım istemiyoruz.
Derkeeeeen bir de ne göreyim…

Hayvan sevgisini öğretmeye çalışan bir anne baba güvenlik zincirlerini aştı ve deveye yaklaşmaya çalıştılar. Tamam sakin hayvan, tembel hayvan da o nasıl bir örnek olma şekli. O zincirler hayvanlara yaklaşmak tehlikeli olabilir diye yapılmış ama sanırım o tehlike hayvanlar için de geçerli. Zavallıcıklar sanırım kafeslerin arkasında olduklarına çok sevinmişlerdir.


Hayvanat bahçesi etkinliğini elimize yüzümüze bulaştırdığımız fikrine kapılarak kendimizi İMDAAAAT çığlıklarıyla dışarı attık.

Açık hava etkinliğimize devam ama…

Soluğu İncek’te aldık. Ohhhh açık hava, bol güneş, bol koşturmaca, oynamaca, sosyalleşme, kurcaklama… enerji patlaması…

Güzel bir günün sonunda temiz havayı bol bol içine çeken bütün cüceler gibi Ulaş da sabaha kadar rüyalar aleminde gezindi durdu. Sabaha kadar uyanmayan anne de mutlu oldu…



                                                                Geziden notlar:

                                                     Baharı keşfettik ve çimlerle buluştuk.


                     Hayvanları tanıma girişimimiz başarısız; ama karınca yuvası bulmada çok başarılıyız.



Doğada bulduğumuz herşey üzerinde doku çalışması yapabileceğimiz gibi yememek kaydıyla ağzımıza da götürebileceğimizi keşfettik…

Bilinçli bebek


Bu kitapla çok şaşıldık şekilde bilinçli bir baba tarafından tanıştırıldım. Iyi ki de tanıştırılmışım. Okuduklarım ilk başta tuhaf geldi. Sadece bebeklerin ağlamasından, streslerinden ve kontrol kalıpları oluşturulmasından söz ediyordu. Yüz yılların alışkanlığı olan “aaaaa bak bak kuş geçiyormuş, aaa bak bu oyuncağın ne kadar güzelmiş” gibi oyalama cümlelerinden vaz geçin, bırakın çocuğunuz doya doya ağlasın diyordu.  Nasıl yani? Bebeğim ağlayacak ve ben sadece onu dinleyeceğim. Hiç bana göre değildi. Bana göre olması da şart değildi; değişik bir bakış açısı öğreniyormuşum gibi değerlendirip okumaya devam ettim. Kitap ilerledikçe, anlatılanları yaşadıklarımızla bağdaştırmaya başladım ve evet Aletha J.Solter haklı olabilir.
Bazen bebekler de ihtiyaçlarının dışında bilinçli olarak ağlıyor olabilirler. Çok stresli geçen bir günün ardından, tıpkı bizler gibi, bütün stresini atıp sonra uykuya geçmek istiyor olabilirler.



Kendimden düşünüyorum... En sevmediğim şeydir sinirliyken, birinin “bugün çok sinirlisin” ya da ağlıyorken “neden ağlıyorsun, aaaa yapma ama böyle, boşver” demesi. “Neden duygularımı yaşamam sizi rahatsız ediyor?” sorusuna verilecek cevap hep aynıdır. Çünkü seni seviyorum ve üzgün görmek istemiyorum.
Oysa anlaşılmamak beni daha çok üzüyor ve bu süreci uzatıyor olabilir. Onun yerine “anlıyorum seni, şu sebeplerden dolayı çok sinirlisin ve haklısın da” denmesi herkesin tercih ettiği bir yanında olma şeklidir.  Çünkü karşınızdakinin yanınızda olduğunu ve sizi anladığını bilmek size güven verir ve bir daha ki öfke nöbetinizde hiç kaygılanmadan bunu dışarı vurmaktan çekinmezsiniz. Işte bu durumun bebekler için de geçerli olguğunu söylüyor, Aletha J.Solter.

Bilinçli Bebek, “Peki stresten ağlayan bebeklere nasıl davranmak gerekir?“ sorusunun cevabı…

Kontrol kalıbı oluşturmamak için ya da yanlışlıkla oluştutulmuş kontrol kalıplarını yok edebilmek için bizlere klavuz olabilir. Örnek olaylarla stres, öfke ve ağlama konusu çok güzel ele alınmış.

Okumaya karar vermiş olanlar için iyi okumalar diliyorum.

20 Nisan 2012 Cuma

Neden blog?


13 Nisan’da Ulaş 1 yaşına girdi. Geçmişi ve şimdiyi düşündüğümde yaşananları yazma ihtiyacı ağır basmaya başladı. Her gün anneliğe dair bebeğime dair yeni bir şeyler öğrendim. Kitap kurdu oldum, karıştırıcı böcek oldum ki yetebileyim…
artık 3 aylık değil ki emzir gazını çıkar, yatır. Artık sütümün yetmesindense psikolojik olarak yetebilmenin endişesini taşıdığım bir dönemdeyiz.

Damak tadı oluşuyor, dolayısıyla yaptığım yemekler çok önemli,
Huyları oluşuyor, dolayısıyla nasıl davrandığım çok önemli,
Çabuk öfkeleniyor, dolayısıyla anı kurtarmaktansa davranış kalıpları belirlemek önemli,

Tam da bu noktada tercih yapma hakkımı kullanarak deneyimsiz ve sadece sezgileriyle karar veren bir anne olarak, sezgilerimi kitaplarda ve seminerlerde paylaşılan deneyimler, edinimlerle birleştirmeye karar verdim. Burada önemli olan nokta edindiğim bilgilerin Ulaş ve bizim aile yaşantımız için uygunluğuna ve uygulama şekline karar vermekti. Işte burada devreye sezgiler giriyor.

Bebek sahibi olmak onun her dönemine şahit olmak her zaman zor ve her zaman keyifli… ve sürekli yeni heyecanlar yaşatıyor.

Bütün bu heyecanlı sürecin içinde bir ses beni dürttü.  “Ey anne, artık paylaşmak gerekiyor, yoksa her yerde Ulaş’la ilgili konuşup insanları baymaya başlayacaksın”. Evet konuşmalıyım, paylaşmalıyım, anlatmalıyım. Belki mutluluklarımı, çaresizliklerimi ve üzüntülerimi paylaşacak bir sürü anne vardır. Hepimizin kendini çaresiz, yetersiz, mutsuz hissettiği ya da tam tersi hisleri yaşadığı dönemler oluyordur. Biliyorum hiç birimiz yalnız değilim.