sayfalar

23 Aralık 2013 Pazartesi

Çocuklar için tiyatro

Kışın gelmesiyle, bütün bir yazı bağda, bahçede, sokakta geçiren Ulaş için hafta sonları yapabileceği yaraylı aktiviteler aramaya başladım. Zira alışveriş merkezlerinde vakit geçirmek hiç bizim çekirdek ailemize uygun bir aktivite değil. Ailemizde belli hasarlar bırakıyor. Benim, ışıklardan gözüm yanmaya ve kızarmaya başlar ve sonra günlerce geçmeyecek ve ancak damlalarla sonlanacak bir allerji belirir. Babamızda etkisi günlerce sürecek derin asabiyet izleri bırakır. Ulaşimo’da ise yorgunluk alametleri görünür ve tutturma hastalıkları baş gösterir. Dolayısıyla bizim aileye iyi gelmeyen bir aktivite.

Hafta sonları yapılabilecekler listemde hep aklımda olan ama “acaba salonu ayağa kaldırır mı” düşüncesiyle sürekli ertelediğim “tiyatro izleme” operasyonuna başlama kararı aldım.

Izlediği ilk oyun Ertan Gösteri Merkezi’nde izlediği “Karınca Li” oldu. Bütün bir oyun boyunca sessiz ve sahneye kilitlenerek oyunu izledi. Oyun bittiğinde kendini sahneye attı ve bir daha izlemek istediğini söyledi.

Süpeeer, demek ki hafta sonu etkinliğimizi buldukJ

Sonraki birkaç oyunu Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde, Pembe Kurbağalar’da ve Tiyatro Tempo’da izledi. Çocuklarını tiyatroya götürecek anneler için haddim olmayarak bu tiyatroları anlatmak istedim.

Müjdat Gezen Sanat Merkezi oyunları genellikle klasik hikayelerden ve popüler çizgi filmlerden alıntılanan konular. Kırmızı Başlıklı Kız, Tom ve Jerry ve Bremen Mızıkacıları gibi. Müjdat Gezen Sanat Merkezi, çocuklardan yetişkin gibi davranmalarını ve o yönde tiyatro alışkanlığı edinmelerini bekleyen bir sanat merkezi. Oyun arasında Ulaş, Ertan Gösteri Merkezi’nden edindiği deneyimle sahneye fırladı ve hemen uyarıp indirdiler, korkudan sahnenin kenarlarına bile dokunamadı. Bir de erkek oyuncuları biraz fazla iri ve zaman zaman çocuklara sempatik gelmediğini düşünüyorum. Peki Ulaş sevdi mi, evet sevdi, tekrar geleceğiz dediğimde, hayır gelmeyelim demedi ama sevinç gösterilerinde de bulunmadı.

Pembe Kurbağalar ile ilgili çok iyi bir çıkarımda bulunamayacağım açıkçası. Öncelikle alan çok küçük, oyunlar çocuklara “iyi huylar” kazandırmayı amaçlayan didaktik oyunlar ki özellikle de bu sebeple hiç hoşlanmadım. Bir de oyunlar genelde kuklalarla oynatılıyor ve dokunmak isteyen çocukların elinden kuklalar itina ile alınıyor. Demem o ki, bir kere gittik ve açıkçası bir daha da gitmeyi pek düşünmüyoruz.

Gel gelelim ana oğul favorimize, Tiyatro Tempo’ya. Burada şimdiye kadar iki oyun izledik: Renklerin oyunu ve Karagöz Noel Baba. İkisi de gölge oyunuydu ve Ulaş ikisine de bayıldı. Özellikle Karagöz Noel Baba’da çok güldü ve çok eğlendi. Renklerin Oyunu’nun başında ve sonunda söylenen “Renklerin oyunu” şarkısını evde hala söylüyoruz.
Renklerin Oyunu’ndan sonra eve geldiğimizde “Yarın okula gitmeyelim Anne, Tempo’ya gidelim” dedi ki okulunu, Çekirdek Junior’ı, hiçbir şeye değişmeyecek kadar çok seviyor.
“Karagöz Noel Baba” oyunundan sonra da oyunda hediyesi kaybolan çocuk için çok üzüldüğünü söyledi ve “Ona hediye alalım anne” dedi. Her iki oyunda da kendinden birşeyler bulabildi.

Peki neden Tiyatro Tempo’yu bu kadar sevdi?
Oyundan ne anladı, ne kadar anladı bilemiyorum ama kendini gerçekten değerli hissetti. Tiyatro Tempo, çocuğa verdiği önemi çok iyi gösteren, her biri ile tek tek ilgilenen, oyunda kullanan kuklalarla oyun sonrasında onları buluşturan, çok mu çok güzel bir tiyatro. Ulaş çok sevdi ve oraya gideceğimiz zaman sevinç gösterilerinde bulunuyor.

Hangi tiyatronun oyunu güzel ya da hangisinin oyuncuları iyi bunu bilemem, bu yönde fikir beyan edemem. Ancak bir anne olarak çocuğa yaklaşımlarını değerlendirebilirim ki bunun en doğal hakkım olduğunu düşünüyorum.

Onları gerçekten sevdiğiniz ve değer verdiğiniz, bu vesileyle de tiyatroyu sevdirdiğiniz için çok teşekkürler Tiyatro Tempo.


"Karagöz Noel Baba": Önce gayet ciddi ve pür dikkat bir izleyiş.

Yavaş yavaş gülümseme...

Gülümseme halinden kurtulamama

Filmin koptuğu anlar

veee katılmaca...

Tanem, İpek ve Ulaş'ın Karagöz-Hacivat'la tanışma ve dokunma keyifleri

Tanem'in Haluk Yüce ile tek fotoğraf çektirebilme mutluluğu:)



4 Kasım 2013 Pazartesi

Güle güle “Emziğim”

Öncelikle itiraf etmem gereken birşey var, ben Ulaş’ı zorla emziğe alıştırdım ve bunun için ciddi çabalar sarf ettim. Alıştırmak istememin bir önemli, bir de önemsiz nedeni vardı. Emzirmeyi doktorumuz istediği için Ulaş 50 günlükken bıraktım ve hamileyken okuduğum kitaplar bebeğin onsekiz aylık olana kadar emme ihtiyacının olduğunu, bu ihtiyacın karşılanmasıyla bebeğin kendini güvende hissedeceğini yazıyordu. En uygun aparat emzik olduğu için kolları sıvadım ve itiraf ediyorum şekerli sulara batırarak alıştırdım. Önemsiz sebebe gelince, nedense emzikli bebekleri çok seviyorum, tabii kabul edilebilir bir yaşa kadar, benim cücem de emzikli olsun istedim. Bunu itiraf ettiğime inanamıyorumJ
Bu arada belirtmek istediğim bir şey var. Ulaş sadece uykuya dalarken ilk 10 dakika emziğe ihtiyaç duyuyor ve sonrasında emziksiz uyumaya devam ediyordu. Uyku dışında gün içinde ise emzik kullanmıyor, kullanan çocukları görse de emzik istemiyordu. Hiçbir zaman ağladığında emzik tıkıştırmadım ağzına ya da amaaaaan bugün gündüz de alıversin ne olacak demedim. Uyku arkadaşı oldu emzik Ulaş’ın.
Iki yaşına girdiğinde ise artık fiziksel olarak emziğe ihtiyacı olmaması, Sinan’ın emzikten çıkan cık cok cuk seslerine karşı hassasiyet geliştirmesi ve emziği emerken ağzından çıkardığı salyaların ağız kenarında döküntülere neden olması gibi sebeplerle emziği bıraktırmaya karar verdim. Çevemdeki annelere nasıl yaptıklarını sordum ve klasik çözüm, ucunu kestiklerini söylediler. Bu şekilde bir çözümle emziği bıraktırmak istemedim. Ulaş’ın daha bilinçli bir şekilde sebeplerini bilerek bırakmasını istedim, ucu kesilmiş bir emzik sadece bir kandırmacadan ibaret gibi geldi, çünkü daha önce de patlayan emzikleri oldu ve onların yerine hemen yenisini takdim ettik.
Ufaktan ufaktan artık bebek olmadığını ve emzik emmeye devam ederse dişlerinin bozulabileceğini söyledim. Emziği her ağzına aldığında ağzını açıp bana dişlerinin bozulup bozulmadığını sormaya başladı ama emmeye devam etti. En azından biraz endişelendi, çok da üzerine gitmedim. 27 aylık olduğunda Çekirdek Junior’dan Funda Hanım Ulaş’ın hazır olduğunu ertesi gün bezsiz göndermemi rica etti benden. Bezi bırakmasıyla birlikte abi oldum ben, artık bebek değilim triplerine giren Ulaş ekmeğime yağı ve balı sürmüş oldu. Ona abilerin emzik alamayacağını, alırlarsa dişlerinin bozulabileceğini ve hatta çürüyebileceğini söyledim. Bu anlatımım tabi ki emziği bırakmasına yeterli olmadı ama en azından yatmadan önce “çok az emicem anne” diyip iki ya da üç saniye emip “bozulmadı değil mi anne” demeye ve emziği elinde tutarak uyumaya başladı. Ama  sabahları ilk işi emziğine kavuşmaktı maalesef. Bir sabah uyandığında Sinan, “niye hala emiyorsun, dişlerini sevmiyor musun, at emziği çöpe bakalım” dedi. Ulaş konsolunun üzerinde duran diğer emziklere baktı ve “oluuur, burada dolu dolu emzik var daha” dedi. Sinan artık hepsini atması gerektiğini anlattı. Ulaş bir hışımla bütün emzikleri aldı ve çöpe doğru giderken ona açıkladım, atarsa bir daha emziği olmayacağını ve emziksiz uyumak zorunda kalacağını söyledim ama yine de kararlı bir şekilde attı.  Ilk iki gün yatarken sordu ve bıkmadan usanmadan anlattım ona nasıl cesurca çöpe attığını ve artık dişlerinin bozulmayacağını. Sonraki günler ise sabah kalkınca sormaya başladı ve yine anlattım hep aynı kelimeleri seçerek. Böylece güle güle dedi emziğine.

Demek ki neymiş çocuklar herşeye kolay alışıyorlarmış ve çabuk unutuyorlarmış…

Bir de blogu okuyanlar benim uyku arkadaşı edindirme çabalarımı ama bir türlü muvaffak olamadığımı bilirler. Emziği bırakmasıyla birlikte, iki buçuk yaşına gelen cüceeeem kikosuna sarılarak uyumaya başladı. Buna inanamıyorum…


Kiko: Ulaş’a daha doğmadan aldığım ilk uyku arkadaşıJ

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Anne (Gül), Baba (İn)anç ve Gülin…



Son zamanlarda elim hiç yazmaya gitmedi. Bir sürü moral bozan ve kendimi kötü hissetmemi sağlayan olay oldu ve yazmak biraz geri planda kaldı.
Yazmadığım süreçten havadisler, cücem ameliyat oldu ve geniz eti, burun eti ve bademcikleriyle vedalaştı.
Özgü Babam Ulaş’ın değimiyle Peter Pan oldu ki bu çok ani ve sarsıcıydı, hala toparlanabilmiş sayılmayız.
Ve bir sürü genç canın hayatını, gözlerini, kulaklarını ve ruh sağlığını… İktidarın ise inandırıcılığını, itibarını, merhametini, insanlığını ve onurunu kaybettiği günler yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Son bir kaç gündür olan bir kaç güzel olay ise yeniden umut oldu bana.

Suna’nın içinde kelebekler uçuyor…
Gülin dünyaya merhaba diyor…

Hoşgeldin Gülin!
Blogu takip edenler 14 Temmuz 2012 tarihli “Uzanamadım kumsala, güneş damlamadı içime” tarihli yazımı hatırlayacaklardır. Orada bahsettiğim çılgın bir çift vardı, çocuksuz olmalarına rağmen çocuklu iki aile ile tatile gitmek gafletinde bulunup tatillerini çocuk bakıcısı ve ambulans şöförü olarak geçiren… İşte o hiç çocuk babası İnanç ve hiç çocuk annesi Gül,  18 Haziran 2013’te anne ve baba oldular… DIZZZZZTTTTTT hemen en baştan anlatıyorum. Gül’ün hamile olduğunu Ulaş’ın bana getirip verdiği hastane çıktısından öğrendim. Gül ve İnanç benim küçüğümü ulak olarak kullanmışlardı. O günler çok keyifli ve heyecanlıydı. Bir annenin hamile olduğunu öğrendiği zamanki hislerini az çok tahmin edebiliyosunuzdur. Gel gelelim bu keyif az sürebilir ve ardı arkası kesilmeyen mide bulantıları keyifleri kaçırabilir. Gül’ün hamileliğinde de aynısı oldu, yalnız ufak bir farkla, Gül doğumdan 2 gün önce hala içinde ne var ne yok çıkarıyordu. Aydan Biri’nin de dediği gibi literatürlük vakkaydı, 9 ay boyunca bulantı hapı kullandı. Işte bütün o vesveseli günler geride kaldı ve bebeğini kucağına aldı.

Gülin'in annesiyle buluşması

Doğumdan sadece birkaç saat sonra Gülin...



Gül daha doğuma girmeden kendimizi hastaneye onun yanına attık. Hayatımda görüp görebileceğim en sakin doğuma giden anne sanırım. Dönüşü de aynı sakinlikte oldu. Aydan Biri’nin doğumumda bana yaptığını ben de Gül’e yaptım. Herkesi dizdim ve Gül gelirken alkışlattım. O an neler hissettiğini, kendisiyle ne kadar gurur duyduğunu tahmin edebiliyorum.

Gülin 1 aylık oldu!

Nazar değdirmek istemiyorum, huzurlu bir cüce Gülin, gazını kendi çıkarıyor mesela. Çeken bilir gaz sıkıntısı hayatları zindan eden, kısa süreli işkence bir aracıdır. Hızla kilo alıp gelişiyor, ağırlaşıyor.
Hayat sana ve bütün küçüklere hep gülen yüzünü göstersin…


Söylemeden geçemeyeceğim, süt kokan bir bebeği ve o kokuyla unutulan herşeyi, kendini dünyadaki herşeyden önemli hissetmeyi çok özlediğimi farkettim. 

25 Nisan 2013 Perşembe

Cücenin ağzındaki bakla…


Ulaş anneannesi ve dedesini görmek, onların evine gitmek için kendini paralayan bir cüceydi. “Oh bir dediğimi iki etmiyorlar, anneanne de oyunbaz, hep buraya gelelim anne, eve gitmek istemiyorum” diyen gözlerle bakardı. Hemen burada bir parantez açacağım bundan 2 ay önceydi bu anlattıklarım. Ne olduysa artık gitmek istemiyor, anneanne ve dede geldiğinde huzursuz oluyor, bana iyice yapışıyor. Bir türlü anlam veremedik ve nerede yanlış yaptığımızı sorgulamaya başladık. Bir yerde yanlış yapmış olmalıydık ki bu kadar severken birden sevmemeye başlasın. Biz düşünedururken, benim cücenin ağzındaki bakla çıktı.

Okuldan çıktık, eve geldik, yemeğimizi yerken annemler aradılar, torunlarını çok özlemişler gelmek istediler. Ben de bunu sevinçle Ulaş’a söyledim. Yaşasın demesini beklerken, benim cüce “hayır delmesinler” dedi. Bir de anlamamış olabileceğim düşüncesiyle, tekrarlayıp “istemiyooğum delmesinler” diye yineledi. Çok bozuldum, en nihayetinde annemle babam… Derin bir nefes aldım “Neden gelmesinler, seni çok seviyorlar, özlemişler, oyunlar oynayacaksınız birlikte” diye anlatmaya giriştim ve cücemden hiç beklemediğim ve cüce sıfatıyla pek bağdaştıramadığım bir cevap aldım. “Delmesinler, hasta ediyolaaa beni, Ulaş bir daha hasta olmasın” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim hık mık, kem küm, ııııı şey…
“Ulaşcım, anneanne ile dede seni hasta etmiyor, sen hasta olunca onlar bakıyor sana ve seni iyileştiriyorlar” dedim demesine ama ne kadarını anladığını kestiremiyorum.

Demek ki neymiş, her ayın 15 gününü hasta, bu 15 günün bir haftasını ev istirahatinde geçiren bir cüce, onu bıraktığınız kişilere tepki geliştirebilirmiş. Hala diyaloğun şaşkınlığı içindeyim ama bundan sonra sanırım hasta olduğunda anneanne ve dedeyi bir süre görmemesi hepimiz açısından en hayırlısı…

Tüüüh bu kötü oldu işteJ

17 Nisan 2013 Çarşamba

İmdadıma Peter Pan yetişti


Ulaş’la sürekli okuduğumuz, hatta okumaktan yıprattığımız; hem onun hem de benim çok keyif aldığımız kitaplarımız var.
Üç büyük başucu kitabımız… Küçük Prens, Peter Pan ve Küçük Kara Balık.
Küçüklüğünden beri bu üç kitabı sıklıkla okuyoruz. Ne anlıyor dediğinizi duyar gibiyimJ Artık anlıyor ya da cümleyi daha doğru kurmak gerekirse, artık anladığını anlıyorum.

Geçen haftalarda babaannemi kaybettik. Ulaş’ın da yakından tanıdığı, evine girip çıktığı, kucağında oturduğu ton ton ninesi. Her ne kadar dişleri olmadığında korksa da yokluğunu anlayabilecek iletişime sahiplerdi. Bir telaş aldı beni, bu durumu nasıl anlatacağımı düşünmeye başladım. Varoluş teorileri anlatamayacağıma göre, Ulaş’a bir yok olma hikayesi anlatmalıydım, ne de olsa ölüm gibi bir kavramla tanışmak için erkendi.

Ne yapmalıyım derken birden şimşekler çakıverdi. Babaannemin evine gitmeden önce arabada ona bugün babaanneyi göremeyeceğimizi, aslında bir daha hiç göremeyeceğimizi, çünkü babaannenin Peter Pan olduğunu söyledim. Göremeyeceği için şaşırdı ama babannesinin Peter Pan olmasını sevinçle karşıladı. Belki de yanlış bir şey yaptım sezgilerimi dinlemekle. Şimdi zaman zaman aklına geliyor, babaanne uçuyor, Peter Pan oldu diyor ve birlikte gülüşüyoruz.

Evet babaanne Peter Pan oldu Ulaşcığım ve birgün gelecek hepimiz Peter Pan olacağız.

Belki bir sürü yolu vardı, belki bir psikoloğa danışmalıydım ama o anda yapamadım, ölümü açıklamanın başka bir yolunu bulamadım ve o günden beri hep düşünüyorum. Iyi ki Peter Pan’ı okuyoruz. Küçük Prens ve Küçük Kara Balık henüz bu şekilde bir misyon edinmediler ama biliyorum, anlıyor ve aklının bir köşesine yazıyor, zamanı gelince bütün bu hikayelerin toplamı şekillendirecek zihnini.

Bir çoğunuzun “bu kitapları okumak için erken değil mi” dediğini duyar gibiyim, belki de haklısınız, belki de erken ama biz bu hikayelerle geçirdiğimiz süreçten keyif alıyoruz. Hatta hızını alamayan cüce uyumadan önce “bana tüçük prensi söyle anne” diye tutturuyor ve dinleyerek uykuya geçiyor.