sayfalar

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Cücelere öyküler…


Uzun zamandır edebiyatla ilgileniyorum. Kitap okurken ya da bir şeyler yazarken kendimi daha rahat hissediyorum. Herkesin bir terapisi var, benim ki de yazı işleri…

Bilkent’te okuduğum dönemlerde hep istediğim bir şey vardı çocuk edebiyatı ile ilgilenmek. Ulaş’ın hikayelerle ilgilendiğini hissettiğim anda, o dönemde yazdıklarımı tozlu raflardan indirdim. Belki cüceme okuyabilirim diye düşündüm. Ama yanılmışım… Hepsini tekrar elden geçirmek gerekiyor. Çocuklara değil de kendime yazmışım. Anne olunca, daha doğrusu bebeklikten itibaren çocukları gözlemlemeye başlayınca neden hoşlanacaklarını, neye ihtiyaçları olduğunu daha iyi anlıyor insan. Konu bulma sıkıntısı da yok. O gün rüzgar gülüne mi ilgi duydu, hemen onunla ilgili bir öykü dökülüveriyor kalemden.  Böylece ilgi duyduğu rüzgar gülünü tekrar tekrar duyarak kelime dağarcığına da eklemiş oluyor. Yazarken de o kadar eğleniyorum ki, sanki içimde bir yerlerde bir şeyler gizliymiş ve onu cücemle paylaşıyormuşum gibi. Yazdığım öyküyü yatmadan önce ilgiyle dinlediğini görmenin verdiği haz inanılmaz. Tabii bir de cücemle aramızdaki bu bağ onun için güzel bir anı olacak. Annesi cücesini kendi yazdığı öykülerle büyütüyor. Hepsini bir kitapta toplayıp, babamıza da resimlerini çizdirince ömür boyu saklanabilecek, Türkiye’de bir tek Ulaş’ta olacak bir öykü kitabı… Hatta adı “Cücelere öyküler…” olsun.

Merakları hemen gideyeyim, yazıp yazıp kafama göre okumuyorum. Önce yazıyorum, sonra pedagogumuza danışıyorum. Öykü pedagogdan onay aldığında okuyorum.

Kendimi tekrardan edebiyatla bir noktada buluşturmanın ve tekrar yazmaya başlamanın mutluluğunu bana yeniden yaşattığın ve beni dinlediğin için çok teşekkür ederim cüceeem.

Haberin olsun kozalaklara olan ilginden ilham alarak taze bitirdiğim “Karıncaların mağarası” öyküsü geliyor bu akşam sana. Iyi dinlemeler.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Uzanamadım kumsala, güneş damlamadı içime…


Ailecek bizim için tatil arabada başlar. Yolculuk için arabaya bindiğimiz anda tatil havasına gireriz, daha doğrusu girerdik, Ulaş milat olmadan önce.
Tatil güzergahımızı çıkardık. Önce Düzce Topuk Yaylası (burada anne çalıştı, baba çocuk baktı), ardından Side… 3 aile, biri çocuklu biri çocuksuz, yola koyulduk. Çocuksuz olan ailenin çıldırmış olabileceği aklımdan geçmedi desem yalan olurJ Tanıtım kısmını hemen  geçip senaryoyu aktarıyorum. Çünkü resmen film gibi bir tatil geçirdik, artık ne filmi olduğuna siz karar verin.
Film Düzce topuk yaylasına doğru yola koyulduğumuz anda başladı. Hani şu komedi filmleri olur, aile çok güzel bir tatile çıktığını düşünür ama yolda başlayan ilk talihsizliğin ardı arkası kesilmez, heh işte tam o durum. Öyleyse kastı sayıyorum.

Sinan Sayın, Ulaş’ın babası, İçten’in sevgilisi,
İçten Sayın, Ulaş’ın annesi, Sinan’ın sevgilisi,
Fatih Ulutaş, İpek’in babası, Suna’nın sevgilisi ve Lafarge Dalsan ücretsiz reklam panosu,
Suna Ulutaş, İpek’in annesi, Fatih’in sevgilisi,
Ulaş, İçten’le Sinan’ın cücesi,
İpek, Fatih’le Suna’nın akıllı bıdığı,

(Buraya kadar her şey normal, bundan sonraki kasta dikkat, çünkü esas baş rol oyuncuları geliyor.)

İnanç İlisulu, Gül’ün sevgilisi, hiç çocuk babası, tatilci gezici ambulans şoförü,
Gül İlisulu, İnanç’ın sevgilisi, hiç çocuk annesi, yarı zamanlı bebek bakıcısı,

Kast güzel…

Topuk yaylası yollarında komedinin ilk kısmı başlıyor. Meğer bizim cüceyi yol tutarmış da haberimiz yokmuş. 2 saatlik yolu 4,5 saatte ve kusmuklar içinde giderek haberdar olduk. Ne mutlu bize ki kısa mesafede farkına vardık ve Antalya’ya giderken önlemimizi aldık.

Hafta sonunu topuk yaylası Fenerbahçe Tesisleri’nde geçirdik. Burada babamız biraz bunaldı, çünkü ben çalıştım. Zaten gidiş sebebimiz de oydu. Lafarge Dalsan’ın 80.yıl pikniği vardı ve tabi ki çalışmak lazımdı. Allah’tan filmimizin bu kısmında Emrah İşlek adında bir konuk oyuncu vardı diyor ve buradan teşekkür ediyorum.

Her şey hazırdı arabamız da temizlendi ve Side yollarına döküldük. Ulaş sağ olsun yolda her hangi bir macera yaşatmadı. Ama ne farkeder talihsizlikler başladı bir kere. Yolda Gül’ün ateşi 39’a çıktı, allahtan bünyesi çok kuvvetliydi ve dayanabildi. Ben olsam yıkılırdım heralde…

Akşam üzeri 5 gibi Side’deydik. Akşam yemeği açılışını balıkla yaptık tabi ki… Tatilin ilk günü Gül’ün huzur içinde bir şeyler yediği son gün olduJ Tatilin son bir kaç günü hariç patates haşlaması ile bütünleşti Gül. Çok güldüm sanırım Güle…
Ertesi gün Gül’ün hasta hallerine Ulaş’ta eşlik etti. Önce yediği herşey, sonra da ateşi çıktı. Ama itinayla düşürüldü ve eski neşesine kavuşturuldu hem Gül hem Ulaş. Bu sefer de aynı belirtilerle  Sinan hastalandı ama ayakta atlattı.

Bu arada bu kadar hastalık falan ama deniz ve havuz keyfi yapmayı ihmal etmedik. Havuz keyfinden sonra Ulaş’ın yine ateşi çıktı. Bu sefer bir farkla yalnız, ateşi 40’a yaklaştı ve İnanç Peugeot marka ambulansının sirenlerini çalıştırmak zorunda kaldı. “daaa diiiii daaaaa diiiiii”. Sevgi Hastanesi’nin yolunu tuttuk. Hastanenin adı her ne kadar sevgi ve şefkat imajı uyandırıyorsa da aldanmayınız ve Side’ye yolunuz düşerse uzak durunuz. Hastaneye giderken o kadar ateşe rağmen benim cücem arabada biricik ve ilk aşkı Gül’ün adını bastıra bastıra Düllllllllllllllllllll şeklinde sayıkladı. Ah Gül vah Gül! Koptuk gülmekten. Ateşi başına vurmak deyiminin pratiği bu olsa gerek. Orada geçirdiğimiz yarım saattten sonra hiç müdahale etmeden sabah çocuk doktoruna getirin diyerek geri gönderdiler. Ama ertesi gün ne bir daha ateşi çıktı ne de birşey oldu. Nasıl oldu anlamadık, cücemiz İnanç’ın haline üzüldü sanırımJ

Bu arada kastın geri kalan kısmı, Fatih, Suna ve İpek’im, gayet açık büfe nimetlerinden yararlanıp, deniz sefalarındaydıJ tatilin ancak dördüncü gününde bütün ekip aynı anda deniz ve havuz keyfi yapabildik. İşte tatil şimdi başladı dediğim ve kocamın benim için hazırlattığı romantik masadan haberdar olmadığım bir anda ateş, mide bulantısı, baş dönmesi ve kusma belirtileri ile İnanç’ın ambulansının sirenleri bir kere daha çalıştı. Daaaa diiiii daaaa diiiiii. Bir saat serumdan sonra otele döndüğümde en ufak bir düzelme yoktu ve yataktan çıkmamacasına yattım. Ertesi gün kocamın bana hazırlattığı güzel masayı ve tabi ki masaya kurulan Ulaş’ın, fotoğrafını gördüm ve yıkıldım. Bunu kaçırdığıma hala inanamıyoruuuuum. Ertesi gün masayı hazırlayan görevli Ali’nin yüzüme acıklı acıklı bakışı uzun bir süre gözümün önünden gitmeyecek.

Bu felaket günü de atlattıktan sonra inanamayacaksınız ama hiçbir aksilik olmadan ve çok keyifli bir şekilde bütün ekip iki gün boyunca bir aradaydık. Ve belki yine inanamayacaksınız ama bütün aksiliklere rağmen bu tatil benim için unutulmazlar arasındaydı ve çok keyifliydi.


Tatilden notlar:

Ulaş 5 dakika oturmadı, yemek saatleri dahil ve dolayısıyla oteldeki herkesle tanıştı. Ayrılırken de vedalaşmayı ihmal etmedi. Oturduğu nadir anlardan bir tanesi. Teşekkür ederiz Fatih, mama sandalyesinden yaptığın trencilik için.





Ulaş ilk ve tek aşkıyla, ilk dansını gerçekleştirdi.





Cücem ilk ve tek aşkının omuzlarında uyumak için elinden geleni ardına koymadı, yokluğunda sayıkladıJ





Hastane, serum ve biz…





Ah masam, vah masam…





Fatih Ulutaş, bütün tatil boyunca gündüzleri boardeX tişörtünü giymek suretiyle reklam panosu olarak gezindi. Akşam karanlık çökmeyeceğini bilse veya tişört ışıklı olsa eminim akşam da giyerdi. Içine işlemiş görev aşkı…




Salgın olmasına ve bir yığın insanın hastanede serum yemesine rağmen Ulutaş Ailesi hiç hastalanmadı, neyle beslendikleri hala merak konusu,

Otel bizden kesinlikle kar etti…

Ulaş ilk defa AYDEDE dedi.